29 Ocak 2014 Çarşamba

Dönemsel Olarak Kriz

Kriz Öncesi Dönem: 
Krizin kavramsal olarak başlangıç noktası ile kuluçka evresi, kriz öncesi dönem olarak adlandırılmaktadır. Kriz öncesi dönem, kriz durumuna gelmeden önce belirtilerin aşama aşama ağırlaştığı dönemdir ve krizin ortaya çıkacağına ilişkin ipuçları bu dönemde gelişmektedir. Kriz öncesi dönem, teşhis koymadan önce semptomları teşhis edilen bir hastalığa benzemektedir. Bu semptomları hissedebilmek, belirlemek örgütün krize karşı koymasını ve krizin şiddetinin azalmasını sağlayabilir.
Kriz öncesi dönemde krizi önlemek için aslında pek çok fırsat bulunmaktadır. İyi bir yönetim, problemleri belirleyerek bu dönemde yeni planlar geliştirebilir, yapıcı değişikliklere yönelebilir.
Kriz öncesi dönemde yönetim, her düzeyde iletişime önem verir, ayrımcılıktan kaçınır, problemi doğru tespit edebilirse bu dönem örgütü yeni atılımlara yöneltecek bir köprü vazifesi görebilir.
Kriz Dönemi: 
Kriz öncesi dönemde yaklaşmakta olan krizin sinyalleri alınıp, yorumlanıp, değerlendirilmemiş ve uygun tepkiler verilmemişse örgütün kriz dönemine girme olasılığı çok yüksektir. Kriz dönemine ilişkin özelliklerden öncelikle dikkat çekici olanı, krizin çalışanlar üzerinde yarattığı gerilim durumudur. Krizin çalışanlar üzerindeki ilk etkisi şok edicidir; bu dönemde duygusallık, sağduyu kaybı, panik çalışanlarda bir sorun olarak kendini göstermeye başlar. Buna bağlı olarak da örgüt çalışanlarının motivasyon, performans ve işten aldıkları tatminde ciddi anlamda düşmeler görülür; üretim ve hizmet kalitesi de olumsuz etkilenir.
Kriz dönemleri örgütsel belirsizliğin en üst noktaya çıktığı dönemlerdir. Böylesi ortamlarda çalışanlar da kendi yönlerini çizememe, gelecekleri ile ilgili bireysel amaçlarını yerine getirememe ve örgütte sahip oldukları mevcut pozisyonu kaybetme ihtimalleri çerçevesinde bireysel belirsizlik yaşamaktadırlar. Belirsizlik arttıkça, kriz şiddetlenmekte ve çalışanlar üzerinde daha büyük bir baskı unsuru oluşturmaktadır. Krizin çalışanların bireysel amaçlarını tehdit etmesi oranında korku ve verimsizlik de artmaktadır.
Kriz dönemlerinde sadece çalışan devrinde değil, yönetici personel devrinde de önemli artışlar görülmektedir; çünkü, kriz ile birlikte gelen stres yönetici durumunda olan kişiler üzerinde çok daha büyük bir baskı unsuru oluşturarak onların yönetim faaliyetlerini sürdürmelerini zorlaştırmaktadır. Ayrıca krizle uğraşan bireylerde yoğun miktarda bedensel ve zihinsel yorgunluk görülmekte, bunun sonucu olarak da işten ve kriz ortamından kaçış sendromu başlayabilmektedir.
Kriz dönemleri çalışanları yoğun bir stres durumunda bırakmaktadır. Stres durumundaki insanlarda hem bedensel hem de psikolojik düzeyde bir dizi olay meydana gelmektedir. Bu olayların en önemlilerinden bir tanesi örgüt çalışanlarının psikolojik olarak kendilerini geri çekme davranışı içine girmeleri ve bu nedenle de örgütte işe devamsızlıkların ve işten ayrılmaların büyük oranda artış göstermesidir. Kriz dönemlerinde söz konusu hava oldukça gerilimlidir ve buna bağlı olarak da kriz öncesi dönemde başlayan örgütsel çatışmalarda artışlar olduğu görülür.
Kriz dönemlerinde yöneticiler yoğun olarak kayıplarla ilgilenmekte ve çıkmazdan kurtulma yollarını aramaktadırlar. Buna bağlı bir zorunluluk olarak da kısa vadeli çözümleri kararlaştırdıkları ve basit bir mantıkla hareket ettikleri görülür. Yöneticiler, kriz dönemlerinde kararları nasıl ve hangi yöntemlerle alacaklarına ilişkin çeşitli sorunlar yaşayabilmektedir çünkü, stres altındaki yöneticilerin koşulun tüm yönlerini ayrıntılı bir biçimde görebilme perspektifi daralmaktadır. Durumdan kaynaklanan zaman baskısı nedeniyle çok karar almak için uzun süre ayırmak, ilgili tüm kişi ve grupların görüşlerini almak mümkün olmamakta; alınacak tüm kararların ivedilikle alınılması ve uygulamaya geçilmesi gerekmektedir.
Yöneticiler, yaşanmakta olan krizin süresi uzadıkça ve krizin etkileri derinleştikçe daha fazla risk ve sorumluluk gerektiren kararlar almak durumunda kalmaktadır. Bu nedenle de kendi sorumluluk ve yetki alanlarını genişletmek ve normal zamanlardan daha otoriter bir yönetim tarzı benimsemek zorunda kalırlar. Buna bağlı olarak da kriz dönemlerinde örgüt genelinde otokratik davranışlar artmaktadır. Kriz dönemlerinde elbette ki belirli bir otoriteye ihtiyaç duyulmaktadır ancak otoritenin boyutlarının da çok iyi ayarlanması gerekmektedir. Otoritenin fazla kullanılması durumunda çalışanların kendilerini geri çekme davranışları daha da hızlanarak krizin etkilerini derinleştirecektir.
Kriz Sonrası Dönem: 
Kriz sonrası yönetim, yeniden yapılanma aşamasında kendini göstermektedir. Burada yönetimin amacı, adaptasyon, değişim ve yeniden yapılanma ile yeni bir döneme geçmektir.
Kriz öncesi dönemde örgüt, kriz sinyallerini alamamış, aldıysa da iyi değerlendirememiş veya tedbirleri yeterli olmadığı için krize girmiştir. Kriz döneminde krizi atlatabilecek çözümler geliştiremezse zaten krizin şiddetine bağlı olarak örgüt ortadan kalkacaktır. Ancak kriz başarıyla yönetilebilmişse de örgütün çevresiyle ilişkileri bozulmuş, kendi kaynakları sınırlanmış, satış miktarı düşmüş, pazar payı gerilemiş, tüketicinin güveni azalmış, çalışanların huysuzlukları artmış olabilmektedir. Kurumlar kriz sürecini başarı ile atlatabilmek için çeşitli faaliyetlerde bulunurlar. Bunlar; kriz ile ilgili hiç bir şey söylememek, en az düzeyde konuşmak ya da olayın duyulmasını engellemek, konuşurken dikkatli olmak gizlilik kurallarına uymak ve duyarlı davranmak, krizi oluşturan olayı kabullenmemek ve şuçu başkalarına atmak ya da onlarla paylaşmak olarak sıralanabilir. Kurumlarda kriz yönetilirken kurumun politikası, kullanılacak iletişim yöntemleri önemlidir ve kurumdaki görev alacak kişilerin eğitilmeleri gerekir. Kriz yönetimi kurumun ticari çıkarlarının ve itibarının korunmasıdır. Kriz yönetiminde bu amaçlara ulaşmak için medya ile nasıl bir ilişki kurulacağına ilişkin strateji geliştirmesi, tüm medyaya söylenenler üzerinde denetim sağlanmalı, insiyatif kurumda olmalı, doğru, güvenilir, kararlı bilgiler hızlı verilmeli ve çok konuşulmamalıdır.

Dolayısıyla yönetim, kriz sonrası dönemde de çözülmeleri önleyecek, önceki standardını yakalayacak bir yeniden yapılanma evresi ile karşı karşıyadır. Bu dönemde örgütün yapısında ya da çevre ilişkilerinde radikal değişiklikler olabilir, çevre baskısı ve medya stres yaratabilir. Burada yönetime düşen görev, mümkün olduğunca sakin ve sağduyulu biçimde hareket ederek örgütü bir arada tutmaya çalışmaktır.



www.anadolu.edu.tr


Krizin Evreleri

Krizler, genellikle birdenbire ortaya çıkmamaktadır. Turner’a göre bir krizin altı evresinden söz etmek gerekmektedir.
   Krizin kavramsal olarak başlangıç noktası; geçmişte etkili olan yaklaşımlarda eylemlerde ifade edilen kabul görmüş inançlar ve normların karakterize edildiği evreyi ifade etmektedir.
       Kuluçka dönemi; kabul görmüş bilgi ile bağdaşmadığı fark edilmeyen olayların yavaş yavaş biriktiği evredir. Ancak bunlar geleneksel bilgiye olan güçlü inanç tarafından engellenmektedir. Gerekli bilgiye sahip, öngörü yeteneği gelişmiş ve yenilikçi bazı kişiler, bir krizin ortaya çıkabileceğini algılamış olabilir ama bu görüşleri diğer örgüt üyelerince derhal paylaşılmaz, kabul edilmez.
Aslında bu evrede gelmekte olan kriz bazı sinyaller göndermektedir ve üst yönetimin bunlara duyarlı olması gerekmektedir. Bunlardan dolayı kriz sinyallerinin yakalanabilmesi için örgütte değişik sinyaller alabilen çeşitli erken uyarı sistemlerinin kurulması ve işletilmesi gerekmektedir.
        Belirme anı; krizin kaçınılmaz olarak karar vericilerin dikkatini çektiği evredir. Karar vericiler, krizin bir kuluçka dönemi yaşamış olduğunu ancak, henüz algılanabilir hale geldiğini fark ederler.
Şayet örgütün erken uyarı sistemleri kriz sinyallerini yakalamışsa kriz önleme ve korunma mekanizmaları harekete geçirilir, kriz planları devreye sokulur, üst yönetim bu doğrultuda hareket etmeye başlar, kriz yönetim ekibi şekillendirilir. Ancak bazı durumlarda söz konusu tüm şartlar yerine getirildiği halde örgüt, kriz durumundan kurtulamayabilir. Dolayısıyla yöneticilerin, krizin seyrini sürekli takip etmesi ve gerekli önlemleri almaya devam etmesi gerekmektedir.
          Hücum safhası; krizin doğrudan etkilerinin örgüt çalışanlarının bir çoğu tarafından tamamen anlaşılır hale geldiği evredir.
Kriz önlenememiştir, saklanamaz, göz ardı edilemez bir şekilde örgütü ve çevresini etkiler duruma gelmiştir.
            Kurtarma safhası; durumun acilen yeniden tanımlandığı, böylece krizin en önemli özelliklerinin belirlenip kurtarma işleminin başladığı evredir.
Bu evrede kriz yönetim ekibi güncel bilgiyle krizi idare etmeye, kriz planlarını uygulamaya devam ederek krizin yarattığı olumsuz etkileri gidermeye çalışmaktadır.
          Yeniden yapılanma safhası; krizin etkileriyle başa çıktıktan sonra önceden kabul edilmiş inançlar, normlar, prosedürler ve hareket kurallarının, örgütün gelecek krizlerle başetme yeteneğini geliştirmek üzere gözden geçirildiği evredir.

Yukarıda anlatılan evreler birlikte düşünüldüğünde aslında krizin temel olarak üç ana dönemini oluşturmaktadır. Bu ana dönemler, kriz öncesi dönem (krizin kavramsal olarak başlangıç noktası- kuluçka dönemi), kriz dönemi (belirme anı- hucum safhası- kurtarma safhası) ve kriz sonrası dönem (yeniden yapılanma safhası) şeklindedir.


www.anadolu.edu.tr

Kriz Etmenleri ve Nedenleri

Bir örgütü kriz durumu ile karşı karşıya bırakan çevresel değişimlere zamanında ve gereğince uyum sağlayamama, bilgisizlik ve iletişimsizlik durumları, yetersiz ve hatalı eğitim faaliyetleri, yetersiz haberleşme ve koordinasyonsuzluk gibi bir çok kaynak ve neden bulunmaktadır. Bunlardan bazıları diğerlerine göre daha büyük ve tehlikeli sorunlar yaratabilmektedir, ancak unutulmaması gereken nokta her birinin örgütü çeşitli düzeylerde tehdit altına soktuğudur.
Örgütleri kriz ile karşılaştıran, krize kaynak olarak gösterilebilecek etmenler örgütün iç ya da dış çevresinden beslenebilmekte ayrıca iç ve dış çevre faktörlerinin etkileşimi de krize ilişkin bir zemin hazırlayabilmektedir.

İç Çevre Faktörleri ve Kriz
Kurumların krizle karşılaşmalarına kaynaklık eden birçok etmen, o örgütün işleyişi, yönetim tarzı, sahip olduğu insan kaynağının özellikleri, kültürel şebekesi gibi kendi iç dinamikleriyle ilintili olabilmektedir. Örgüt içindeki bu dinamikler kendi başlarına krize kaynaklık edebileceği gibi aynı zamanda, başka etmenler nedeniyle karşılaşılan krizlerin etki alanlarının genişlemesi, boyutlarının büyümesi gibi olumsuz durumları da körükleyebilmektedir. Yani, örgütün yapı ve işleyişinden kaynaklanan problemler çevresel şartlarla birleşince örgütün krizle karşılaşma riskini ve krizden etkilenme oranını artırmaktadır.
Krize kaynaklık eden iç çevre faktörlerini incelerken üzerinde durulması gereken ilk nokta örgütün çevresel gelişmeleri takip ederken izlediği genel tutumdur. Çünkü örgütlerin takındığı reaktif ya da proaktif tutuma göre değişiklikleri izleme, olayları yorumlama, söz konusu değişikliklere yönelik plan ve programlar geliştirme biçimleri de önemli farklılıklar göstermektedir. Özellikle reaktif bir tutuma sahip örgütlerde, krize ilişkin öngörme mekanizmalarına yeterince önem verilmemesi, kriz durumuna ilişkin olarak alınan sinyallerin ciddiye alınmaması hatta yönetim tarafından bizzat yok sayılması, gelişmelerin sağlıklı bir biçimde takip edilememesi gibi problemlerle daha sık karşılaşılmakta ve bu nedenle de örgütün krizle karşı karşıya kalma ihtimali güçlenmektedir.
Kriz durumuna düşmek istemeyen örgütlerin çevresel gelişmeleri izlemeye yönelik proaktif bir tutum geliştirmeleri uygun olmakta yani; gelişim ve değişimleri yakından izlemeleri, örgüt yapısını bunlara uygun biçimde değiştirip geliştirebilecek plan ve programlar üretmeleri, krize ilişkin olarak alınan uyarı ve sinyalleri görmezden gelme ya da inkâr etme yerine bunları dikkate alan bir yapı içinde hareket etmeleri önerilmektedir.
Kurumların yaşamını sürdürebilmesi ve başarı sağlayabilmesi için bütün politika ve eylemleri de içeren, sağlam inançların bulunması gerekmektedir. Kurumun kültürel şebekesindeki her türlü olumsuzluk; çalışanlar, iş yapma biçimleri, örgüt içi ve dışı ilişkiler, örgütsel iletişim, örgütsel performans vb. üzerinde yansıma bulmakta ve söz konusu süreçlerin amaçlara uygun biçimde işlemesine engel olmaktadır. Bu noktadan hareketle, örgütün sahip olduğu kültürel yapı ve şebeke ile ilgili olan sorunların ya da kültürün güçsüz yanlarının krizle karşılaşma ve/veya yaşanan krizlerin etkisini çok daha derinden hissetme anlamında önemli bir iç çevre faktörü olduğunu söylemek mümkündür.
Krize kaynaklık eden bir diğer örgüt içi faktör de örgütlerin kendi yaşam eğrilerinde bulundukları yerdir. Bildiğimiz gibi örgütler, doğuş, gelişme, olgunlaşma, gerileme ve çöküş olarak adlandırılan çeşitli evreler yaşamaktadır. Ve sayılan her bir farklı evre kendine özgü bir takım temel dinamiklere, uygulama alanlarına ve yönetim tarzlarına sahip olmaktadır. Örgütlerin o anda bulundukları hayat evresinin temel dinamiklerine uygun davranış kalıpları geliştirememesi, krizle karşılaşma riskini arttırmaktadır.
Örgütlerde karar alma ile ilgili mekanizmaların örgüt merkezinde toplanması, örgütsel otorite ve yetki kullanımının örgütün geneline yayılmak yerine yine merkezde ve tek elde bulundurulması, örgütleri merkezileştirmektedir. Merkezileşme durumu ve derecesinin artması ise örgütlerin krizle karşılaşmalarına neden olan önemli bir iç çevre faktörü olarak görülmektedir. Çünkü böylesi bir merkezileşme eğilimi, örgütsel ve yönetsel faaliyetlerde, formelleşme derecesini yükselten, insiyatif kullanımına uygun bir ortam yaratmayan, yapılması gereken işleri karmaşıklaştıran, iş görme hızını yavaşlatan ve bu nedenle de acil tepkiler verilmesi gereken durumlarda örgütü zor durumda bırakan bir bürokrasi anlayışını beraberinde getirerek krize zemin hazırlamaktadır.
Örgütlerdeki hiyerarşik yapılanmalardan kaynaklanan problemler de krize kaynaklık eden önemli iç çevre faktörlerinden bir tanesidir; çünkü, hiyerarşik yapılanma örgüt içinde sağlıklı ve etkin bir iletişim akışını engelleyip örgütün kriz yaşama ihtimalini güçlendirebilmektedir. Örgüt içinde sağlıklı bir iletişim ortamının yaratılamaması gerilim, stres ve bunlara bağlı verimsizlik durumlarını beraberinde getireceğinden örgüt için önemli bir kriz tehdidi olmaktadır. Ayrıca örgütte çalışanlara ve yürüttükleri faaliyetlere ilişkin kontrol mekanizmalarının nasıl işlediği de iç çevre faktörleri içerisinde dikkat edilmesi gereken bir noktadır; çünkü, çok sıkı bir kontrol mekanizması ve dar bir kontrol alanı çalışanların kendilerini baskı altıda hissetmelerine ve kendilerine yeterince güvenilmediği düşüncesine neden olacağı için gerginlik ve huzursuzluğa, çok gevşek bir kontrol mekanizması ve geniş bir kontrol alanı ise başı boşluğa neden olabileceğinden potansiyel birer kriz tehdidi olabilmektedir.
Örgütsel yapı-kriz ilişkisi içinde üzerinde önemle durulması gereken bir diğer nokta da örgüt yapısının ne derece esnek olduğudur. Örgütlerin krizle karşılaşmalarında mekanik sistem mantığı içinde yapılanmaları ve bu yapılanmaya bağlı olarak da çevresel değişimlere uyum sağlayamamaları dikkat çekici bir iç çevre faktörü olarak değerlendirilmektedir. Özellikle de günümüz iş piyasalarındaki gelişim ve değişim hızını, küreselleşme ve rekabet sürecinin etkilerini düşündüğümüzde örgütlerin değişime uyum sağlamalarının ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Oysa ki mekanik örgüt yapıları bu değişimin hızına uyum gösterebilecek bir esneklik avantajı yaratmamakta ve bu yönü ile de örgütü kriz durumuna sürükleyebilmektedir. Günümüz örgütlerinin krizle karşılaşma ihtimallerini düşürebilmek için organik sistem tarzında örgütsel ve yönetsel etkinlikler yürütmeleri gerekmektedir.
Kurum ya da kuruluşta üst yönetim tarafından benimsenen yönetim anlayışı ve üst yönetimin sahip olduğu otoriteyi nasıl kullandığı, çalışanların motivasyon ve performansları üzerinde etkili olmaktadır. Eğer yönetim anlayışı ve otoriteyi kullanma biçimi, çalışanların motivasyon ve performanslarını olumlu yönde etkileyecek biçimde kullanılmıyor ise örgüt içinde moralsizlik, huzursuzluk, verimsizlik gibi istenmeyen durumlar ortaya çıkarak çalışanların örgüte bağlılıklarını azaltmakta ve örgüt için bir kriz tehdidi oluşturabilmektedir.
Yöneticilerin, örgütlerin krizle karşılaşmalarına neden olabilecek hatalarını şu şekilde sıralamak mümkündür:
          Yöneticilerin gelmekte olan krizi görememeleri ve/veya gördükleri kriz sinyallerini yok saymaları
          Yöneticilerin tahmin etme ve sezgi gücünün zayıf olması
          Yöneticilerin hızlı çevre değişimlerinde yavaş kalması
          Yöneticilerin çevredeki gelişmeler hakkında bilgi toplama yetersizliği
          Üst düzey yöneticilerin ölmesi veya plansız bir şekilde örgütten ayrılması
Örgütlerin bilgi toplama konusundaki eksiklikleri ve yetersiz çevre analizleri de krize kaynaklık eden iç çevre faktörlerindendir. Bilgi toplama ve toplanan bilgiyi değerlendirme konusunda başarılı olamayan örgütlerde bilgi eksikliğine bağlı olarak karar alma sürecinde çeşitli aksamalar ve hatalar yaşanmakta, uygulamalar konusunda alternatiflerin belirlenmesi güçleşmekte ve dolayısıyla da örgütün değişim ve gelişimler karşısında harekete geçme hızı yavaşlayarak krize zemin hazırlanmaktadır.

Dış Çevre Faktörleri ve Kriz
Kurumların kendi iç dinamikleri dışında dış çevre faktörleri de örgütsel krizlere kaynaklık edebilmektedir. Günümüzde örgütler açık sistem yaklaşımı içinde hareket eden toplumsal birer organ olarak değerlendirilmekte ve dış çevrelerinden bağımsız hareket etmeleri mümkün olmamaktadır. Bu nedenle de dış çevrede meydana gelen her türlü değişim ve gelişim örgütler için hem potansiyel fırsatları hem de krize neden olabilecek tehditleri içinde barındırmaktadır. Kurumlar sürekli değişen, dinamik bir çevrede yaşamaktadır. Bu değişim karmaşıklık ve belirsizliğe neden olarak yönetsel kararların kalitesini azaltıp örgütü krizlere sürükleyebilmekte; ayrıca çevresel faktörlerin hızla değişmesi, söz konusu değişikliklere hızlı bir biçimde uyum sağlamayı gerektirdiğinden, uyum sorunları da krize zemin hazırlayabilmektedir.
Örgüt dışı faktörler içinde söz edilmesi gereken en önemli noktalardan biri doğal faktörlerdir. Bildiğimiz gibi fiziki ortam örgütlerin dış çevrelerini oluşturan alanlardan bir tanesidir ve krize kaynaklık eden doğal faktörler de söz konusu fiziki ortamla ilgili beklenmedik değişimler olarak değerlendirilmektedir.
Doğal faktörler, örgüt yönetimleri tarafından kontrol edilmesi mümkün olmayan iklim, toprak, su, çevre kirliliğine vb. bağlı olarak ortaya çıkan ani felaketler olarak krize zemin hazırlamaktadır. Doğal faktörler, deprem, yangın, su baskınları gibi sadece örgütü değil, aynı zamanda toplumu da etkileyen olağandışı durumlar olması bakımından dikkat çekicidir. Doğal faktörleri krize kaynaklık eden diğer etmenlerden ayıran bir diğer özellik de etkisinin çok daha derin ve uzun süreli olarak hissedilmesi ve krizin gelişimine ilişkin belirti ve uyarıların olmaması, erken uyarı sistemi ve kriz önleme mekanizmalarının kullanılamamasıdır. Ancak burada üzerinde önemle durulması gereken nokta, doğal faktörlerden kaynaklanan krizlerin önüne geçilmesinin imkânı olmamasına rağmen bu faktörlerden kaynaklanabilecek potansiyel krizlere ilişkin tüm tedbirlerin alınması ve krizlere hazırlıklı olunması gerekliliğidir.
Dış çevre faktörlerinden biri de ekonomik faktörlerdir. Kurumun içinde çalıştığı ekonomik sistem, örgütün karşılaşabileceği belirsizlik ve karmaşıklık derecesini etkilemektedir. Merkezi planlı ekonomilerde, ekonomik birimlerin (örgütler) davranışları merkezi otorite tarafından belirlendiğinden ve tüm ekonomik sistem belirli planlı ve düzenlemelere dayandığından örgütlerin karşılaşabileceği belirsizlik ve karmaşıklık derecesi, devlet müdahalesinin bulunmadığı ve ekonomik oluşumların bir çok bağımsız öğenin etkileşimiyle gerçekleştiği pazar ekonomilerindeki bir örgütün karşılaşabileceği belirsizlik ve karmaşıklık derecesinden daha azdır. Diğer yönden ekonomik koşulların niteliği de örgütü etkiler. Ekonomik dalgalanmalar ve düzensizlik, arz-talep dengesini bozarak örgütün kullanacağı güdülerin ve satacağı ürünlerin fiyat ve miktarını, yatırım kararlarını, kâr marjlarını vb. etkileyebilmektedir.
Teknolojik faktörler de örgütleri etkileyen en önemli dış çevre faktörlerinden bir tanesidir. Özellikle teknolojik değişme ve gelişme hızının çok arttığı günümüz koşullarında söz konusu değişim ve gelişimleri takip edememek, yeni teknolojiye uyum gösterememek örgütleri krizle karşı karşıya bırakabilmektedir.
Teknoloji örgüt açısından çeşitli olumlu sonuçları beraberinde getirmektedir ancak teknolojinin örgüt, özellikle de örgütün sahip olduğu insan kaynağı üzerinde olumsuz sonuçlar doğurabildiğini de söylemek mümkündür, çünkü; teknolojideki tüm gelişmeler örgütteki insan kaynağının sahip olduğu bilgi ve becerileri geliştirmesini gerektirmekte buna bağlı olarak da ciddi bir uyum sorunu getirmektedir.
Çalışanların teknolojik gelişmelere gerektiği şekil ve sürede uyum sağlayamadığı durumlarda stres faktörü ortaya çıkmakta ve böylesi bir ortam da krize kaynaklık edebilmektedir.
Teknolojideki gelişim ve değişimler, örgütlerin iş görme yöntemleri, üretim süreçleri vb. pek çok alanda değişiklikler yapılmasına neden olmaktadır. Söz konusu değişim ortamı çalışanların kararsızlık, kuşku gibi duygularını harekete geçireceğinden teknolojiye ve teknolojinin beraberinde getirdiği değişime karşı direnç hareketi ortaya çıkarak örgütü krize sürükleyebilmektedir. Ayrıca yeni teknoloji, örgütün sunduğu mal ve hizmetlerin yerine ikame edilebilir yeni mal ve hizmetler çıkarmış ise örgüt için kriz kaçınılmaz bir son olarak görülmektedir.
Teknoloji-kriz ilişkisine bir başka yönden baktığımızda teknolojinin takip edilip örgütte uygulanmasının yaratabileceği sorunlar dışında, örgütün teknolojik gelişmeleri takip edememesinden kaynaklanan sorunların da krize neden olabileceğini söylememiz mümkündür. Böylesi bir durum örgütün rakipleri karşısında güç ve pazar kaybetmesine neden olabileceğinden önemli bir kriz kaynağı olarak görülmektedir.
Hukuksal ve siyasal faktörler de bir dış çevre faktörü olarak krize kaynaklık edebilmektedir. Bu iki alanda meydana gelen her türlü değişiklik örgütlerin yaşamlarını, çalışma sahalarını, iş görme biçimlerini, işçi-işveren ilişkilerini yakından ilgilendirmekte ve örgütü olumlu ya da olumsuz anlamda etkileyebilmektedir.
Büyüklükleri, çalışma sahaları, amaç, politika vb. pek çok şeyleri birbirinden farklı da olsa tüm örgütler, çalışmalarını yürüttükleri yerlerde geçerli olan hukuk sisteminden etkilenmekte; faaliyetlerini orada geçerli olan kanunlar, tüzükler, kararnameler gibi düzenleyici ve yönetici kurallar çevresinde sürdürmektedirler. Bu anlamda mevcut hukuk kurallarında yapılan her türlü değişiklik örgütler açısından bağlayıcı bir nitelik taşımakta, örgütün çalışmalarını bu değişiklikler doğrultusunda düzenlemesi gerekmektedir. Aksi bir durum örgütler açısından potansiyel bir kriz durumu yaratabilmektedir.
Hukuksal düzenlemeler dışında örgütün çalışmalarını sürdürdüğü bölgelerdeki politik risk durumları da önemli bir kriz kaynağı olarak değerlendirilmektedir.
Bir dış çevre faktörü olarak toplumsal ve kültürel faktörler ise toplumun değer, beklenti ve yaşam tarzlarındaki değişmeleri içermektedir. Söz konusu yönlerde meydana gelen değişim ve sorunlar da örgütleri krize sokabilmektedir. Bu nedenle örgütlerin iş yaptıkları alanlardaki toplumsal ve kültürel yapıyı doğru analiz etmeleri, değişiklikleri gözlemlemeleri ve bunlara uygun faaliyetler yürütmeleri gerekmektedir.
Dış çevre faktörleri içerisinde değinilebilecek önemli noktalardan biri de uluslararası çevre faktörüdür. Uluslararası çevre faktörü, günümüz örgütleri için en ciddi kriz tehditlerini barındırmakta ve giderek çok daha fazla sayıda örgüt uluslararası çevre faktörü içinde değerlendirilebilecek olan değişimler nedeniyle krizle karşı karşıya kalmaktadır.
Uluslararası çevre faktörünün örgütler için önemli bir potansiyel kriz kaynağı olmasına neden olan küreselleşmedir. Özellikle son 20 yıldır dünyada yaşanan küreselleşme eğilimleri, dünya düzenini alt üst etmiş; bir çok kavram, değer, oluşum ve uygulamayı yok ederken her alanda kendine özgü yeni düzenlemeleri ortaya çıkararak krizlere gebe bir iş ortamı yaratmıştır. Küreselleşme dünya çapında bir yapısal değişim yaşanmasına neden olmuş ve halen de olmaya devam etmektedir. Bu değişmelere ayak uydurabilme çabaları da örgütler için bir kaos ortamı yaratarak çok ciddi krizlerin yaşanmasına neden olmuştur. Küreselleşme süreci, örgütlerin iş yaptıkları alanların genişlemesine ve ayrıca da tüm ekonomik, sosyal, hukuksal birimlerin birbirleriyle sürdürdükleri ilişkilerin artmasına hatta dünya üzerindeki tüm ekonomik örgütlerin birbirleriyle eklemlenmesine neden olmuştur. Bu anlamda küreselleşme, dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen değişmelerin, hızla her yere dağılımını kolaylaştıran, bir sistemin herhangi bir birimde meydana gelen sorun ya da krizin çok kısa bir süre içinde dünya üzerinde bir çok noktaya sıçramasına neden olan bir ortam yaratmıştır. Küreselleşme sürecinin en yoğun olarak etkilediği alanlardan bir tanesi de rekabet anlayışı olmuş ve ortaya çıkan yeni küresel rekabet anlayışına ilişkin uyum sorunları örgütler için önemli bir kriz tehdidi oluşturmuştur.
Küreselleşme, rekabetin sınırlarını genişletmenin yanı sıra rekabete ilişkin anlayışın değişmesine de neden olmuştur. Öyle ki, küreselleşme ve küreselleşme ile birlikte ortaya çıkan dinamiklerin etkisiyle fiyat odaklı rekabet anlayışından uzaklaşılıp müşteri odaklı bir rekabet anlayışına doğru geçiş yaşanmıştır. Günümüzde de örgütlerin yaşadıkları pek çok kriz müşteri kaynaklı bir özellik göstermekte ve müşterilerinin beklentilerini gereği gibi karşılayamayan örgütler kaçınılmaz bir son olarak krize sürüklenmektedir. Küresel rekabet ortamı, örgütlerin rekabet avantajı sağlayabilmesi ve hatta varlıklarını devam ettirebilmesi için rekabetten rekabet üstü kavramına geçiş yapmayı zorunlu kılmıştır. Rekabet üstü olmak, doğrudan doğruya kavram ve fikir geliştirmeye dayanmakta; geliştirilen yeni kavram ve fikirler de müşteri için değer yaratılabilmesine zemin hazırlamaktadır. Bu anlamda küreselleşme süreci, müşterileri için değer yaratamayan yani rekabet üstü bir anlayış sergileyemeyen örgütler için birçok potansiyel kriz tehdidi barındıran bir ortam yaratmış ve bu ortama uygun değerler sunamayan örgütlerin müşteriden kaynaklanan krizlerle karşılaşma riskini artırmıştır. Görüldüğü gibi küreselleşme süreci, uluslararası çevre faktörü üzerinde önemli yapısal değişikliklere neden olarak bu faktör nedeniyle karşılaşılabilecek krizlerin hem sayısını hem de etkisini artırmıştır. Küreselleşme ve yarattığı sonuçlar dışında uluslararası pazarda oluşan fiyat dalgalanmaları, savaş vb. olaylar, arz-talep değişiklikleri bunları izlemekte başarısız kalan bir örgüt için kriz ortamı hazırlayabilmektedir.
Kriz ve dış çevre faktörleri arasındaki ilişkiyi incelerken iletişim teknolojilerindeki gelişmeler ve bunların sonuçlarından da söz etmek gerekmektedir. İletişim teknolojilerindeki gelişmeler sayesinde günümüz dünyasında sır ya da gizligibi kavramlar anlamını yitirmiş ve dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen bir olay ya da sorun eş zamanlı olarak tüm dünyada bilinir hale gelmiştir. Bu noktada örgütlerin kendi içlerinde ya da küçük çaplı olarak yaşadıkları ancak su yüzüne çıkarmak istemedikleri krizleri gizli tutmanın, kamuoyundan saklamanın imkânı kalmamıştır. Yaşanan sorun ve krizlerin özellikle medya aracılığıyla geniş kitlelere duyurulması hem krizlerin yayılım alanını genişleten hem de etkilerini derinleştiren bir ortam yaratarak önemli bir dış çevre faktörü olmuştur.

Buraya kadar anlatılan iç ve dış çevre faktörlerinden herhangi biri tek başına bir krize neden olabileceği gibi iç ve dış çevre faktörlerinin etkileşim içine girdiği ve birlikte örgütü krize sürükledikleri de görülebilmektedir. Krizle karşılaşmamak için örgüt yönetimlerinin tüm bu çevresel koşulları sürekli ve sistemli bir biçimde takip etmesi, değişiklikleri, gelişmeleri izleyip örgütün yönünü bunlara göre ayarlaması gerekmektedir. Aksi taktirde kaçınılmaz son olan krizle karşılaşılması son derece kuvvetli bir ihtimal olmaktadır.


www.anadolu.edu.tr

Krizin Özellikleri

Krizin ve kriz dönemlerinin en belirgin ve gerilim yaratıcı özelliği belirsizliktir. Kriz, işletlemeleri sisli bir ortamın içine sokmakta, bu nedenle de hem örgütün hem de çalışanlarının yönünün nereye doğru döneceğine ilişkin büyük bir belirsizlik ortamı yaratmaktadır. Kriz, gerilim yaratan bir düzensizlik durumu oluşturmakta ve bu düzensizlik ortamı kriz öncesi dönemde ortaya çıkan belirtilerle başlayıp dengenin yeniden sağlandığı döneme kadar örgüte hakim olmaktadır.
Örgüt için bir belirsizlik ortamı yaratmasının yanı sıra krizin dikkat çeken üç temel özelliği tehdit, zaman baskısı ve sürpriz olarak sıralanmaktadır.
Tehdit, olası kayıplar yani, varolan durum ile arzulanan üst düzey hedefler arasındaki farklılık olarak algılanmaktadır. Kriz, örgütlerin hedefleri, işleyiş düzeni gibi temel direklerini tehdit altına almaktadır. Tehdidin ciddiliği kriz türlerine, krizin oluşumuna, örgütün durumuna ve ilgili hedef kitlelerin gelişen olaylara verdikleri tepkilere göre farklılık gösterebilmekte ve bu ciddilik genellikle krizin sonuçlarını, gelişimini ve alınması gereken tedbirlere ilişkin çözüm yollarını belirleyen önemli bir etken olmaktadır.
Zaman baskısı, mevcut zaman ile karar verilebilecek son an arasındaki farktır. Krizi rutin durumlardan ayıran en önemli farklardan biri de zaman baskısının çok yoğun hissedilmesi ve çabuk karar verme ve çabuk uygulama zorunluluğunun bulunmasıdır. Krizde karar verme durumunda olan yöneticilerin genellikle çok ayrıntılı inceleme ve araştırmalar yapmak ya da uzun soluklu toplantılar düzenlemek gibi şansları bulunmamaktadır. Örgüt yöneticileri, kriz dönemlerinde birçok önemli görevi çok kısa süre içinde yerine getirmek zorunda kalmaktadır.
Sürpriz ise, örgütü rahatsız eden beklenmedik ve ani değişimlerdir. Karar vericilerin krizi algılamadaki yetersizlikleri sürpriz niteliğini artırabilir. Ancak genelde sürpriz, çevreyi değerlendirme, bilgi toplama, işleme, yayma ve raporlama sistemindeki hataların sonucudur.
Çevresel ya da örgütsel etmenlerden kaynaklanan krizin temel özellikleri aşağıdaki gibi sıralanabilir:
•          Örgütün üst düzey hedeflerini hatta varlığını tehdit etmesi
•          Örgütün önleme ve öngörme mekanizmalarının yetersiz kalması
•          Acil müdahale gerektirmesi ve zaman baskısı yaratması
•          Beklenmedik ve ani değişiklikle sürpriz olması
•          Karar vericilerde gerilim yaratması
•          Korku ve paniğe yol açması
•          Kontrol edilme güçlüğü olması
•          Yaşamsal bir dönüm noktası olması
•          Örgütün imajını, insan kaynaklarını, finans yapısını ya da doğal kaynaklarını tehdit etmesi

          •          Bir sistem ya da alt sistemde bütün sistemi o an ki ve /veya gelecekteki çalışması açısından psikolojik, fiziksel ve/veya varlıksal olarak etkilemesi


         www.anadolu.edu.tr

Kriz Yönetiminin Önemi

Bugüne kadar bir çok firma kendisinden veya dış çevreden kaynaklanan nedenlerle krize girmiş veya krizin eşiğine kadar gelmiştir. Ancak kriz yönetimi ve kriz dönemi iletişimi konusu özellikle 1980’li yıllarda üst düzey yöneticilerin ilgi sahasına girmiştir. Johnson and Johnson firmasının karşılaştığı Tylenol zehirlenmesi (1982), Union Carbide’ın Hindistan Bhopal üretim tesislerindeki kimyasal madde sızıntısı (1984), Challenger Uzay Mekiği’nin infilakı (1986), Çernobil Nükleer Santrali Kazası (1987), Exxon’un Valdez petrol döküntüsü (1989) gibi krizler, bunların örgütleri yaşamsal boyutta etkileyebileceğinin göstergesi olarak kriz yönetimini şirketlerin gündemine sokmuştur. Böylece ister özel sektörde faaliyet göstersin ister kamu kurumu olsun, tüm örgütler iyi yönetilmezlerse gücü ve yayılan etkileri nedeniyle krizlerin kuruluşları için son perde olabileceğini anlamışlardır. 21. yüzyılı yaşadığımız bu dönemde geçmişe oranla daha fazla krizle karşılaşma olasılığının büyük ölçüde arttığını kabul etmemek ve ‘nasılsa bizim başımıza gelmez’ mantığı ile hareket etmek, başını kuma gömmeye benzemektedir. Ulusal ve uluslararası ekonomik, siyasal, hukuksal yapı, ‘küresel köyleşen dünya’, bireyin farklı bir biçim alan beklentileri, yeni sosyal akımlar, sosyal sorumluluk anlayışındaki gelişmeler, insan kaynağının yapısı, teknolojiye bağımlı çalışma, yönetsel başarısızlık, yoğun rekabet gibi pek çok unsur örgütlerin er ya da geç bir kriz ile karşılaşacağının garantisi gibidir. Bir krizin boyutu ve önemi durumdan duruma değişebilir.

İnsanoğlunun hatalarından öğrendiği dönem artık çok gerilerde kalmıştır. Modern kriz yönetiminin en tehlikeli yanı iletişim teknolojilerindeki gelişmenin ve medya evriminin krizleri görünür hale getirmesi, sosyal sorumluluk anlayışını yerleştirmesidir. Bugün bir firma, bir kamu kuruluşu veya hükümet, eylemlerinden ötürü HERKESE karşı sorumludur ve de HERKES de bunun farkındadır. Halkın artan beklentisi özellikle kriz anında firmayı sıkıştıracaktır. Kriz dönemiyle baş etmek ve hatta krizi bir fırsata dönüştürebilmek kriz yönetiminin becerisine bağlıdır.


en → tr
Kamu

27 Ocak 2014 Pazartesi

Pazarlama Halkla İlişkileride Proaktif ve Reaktif Pazarlama Halkla İlişkileri


Pazarlama halkla ilişkilerini, halkla ilişkiler uygulamasına getirdikleri yaklaşım veya uygulama tarzı olarak temelde ikiye ayırılmaktadır. Bunlar:
          Proaktif pazarlama halkla ilişkileri ve
          Reaktif pazarlama halkla ilişkilerdir.
Proaktif halkla ilişkiler uygulamaları dendiğinde, ayrıntılı bir stratejiye dayanan uzun süre öncesinden planlanmış halkla ilişkiler faaliyetleri akla gelmelidir. Halkla ilişkiler alanında bu tür önceden planlama yapılması büyük önem taşımaktadır, bu şekilde halkla ilişkiler uzmanı hangi dönem neyi, ne zaman yapacağını gayet iyi bilir. Ancak gündelik iş yaşamı içerisinde zaman zaman beklenmedik olaylarla karşılaşmak mümkün olabilmektedir. Bu durumda ise devreye reaktif halkla ilişkiler girmektedir. Reaktif halkla ilişkiler ile hemen anında meydana gelen olaylara tepki vermek mümkün olmaktadır. Elbette bu tepkilerin ne şekilde olacağı daha önceden mümkün mertebede kararlaştırılmış olmalıdır. Beklenmedik olaya tepkiyi nasıl kararlaştırırız diye sorulduğunda ise, bilinmeyen bir durumla karşılaşıldığında nasıl davranılacağına dair önceden bir stratejinin belirlenmesini ifade edebiliriz. Örneğin bir kuruluş beklenmeyen bir kriz durumuyla karşılaşabilir, ancak bu krizdeki temel halkla ilişkiler stratejisinin ne olacağını (örn.basına ne sürede bilgi verilir, hangi açıklamayı kim yapar vs.) önceden kararlaştırmış olabilir. Halkla ilişkilerin bu iki yaklaşımını pazarlama halkla ilişkilerine de uygulamamız mümkündür:
Proaktif Pazarlama Halkla İlişkileri
Proaktif pazarlama halkla ilişkilerinin temel görevi yeni ürünlerin piyasaya sürülmesinde veya ürün değişiklikleri olduğunda devreye girmektir. Proaktif halkla ilişkiler bir ürünü ortaya koymak, haber değeri ve güvenilirliği sağlamak için başka bütünleşik pazarlama iletişimi araçlarıyla birlikte çalışır. Buradaki güvenilirlilik faktörü, yapılan etkinliklerin haber değeri taşımasıyla beraber, reklam olarak algılanmamasında yatmaktadır. Proaktif halkla ilişkiler uygulamalarında ürüne, kuruma yönelik tanıtımlar gerçekleştirmek ve medya ilişkilerini geliştirerek uygulamak, basın bültenleri, basın açıklamaları ve basın makaleleri hazırlamak bu gruplandırma içerisinde değerlendirilebilir (Shimp, 2010, s. 537).
Reaktif Pazarlama Halkla İlişkileri

Pazarda beklenmeyen gelişmeler kuruluşların reaktif davranmasına neden olabilmektedir. Reaktif pazarlama halkla ilişkileri de bu beklenmeyen durumlarda devreye girerek ürüne yönelik sorunları halkla ilişkiler yöntemleriyle çözümlemeye çalışır. Üründe meydana gelen hatalar veya yaşanan krizlerde reaktif pazarlama halkla ilişkiler uygulamaları yapılmalıdır.


www.anadolu.edu.tr

Halkla ilişkiler ajanslarını seçerken dikkat edilmesi gerekenler


·       Referansları kimlerdir ve müşterileriyle çalışma süreleri nasıldır?
·       Ajansın kültürü hizmet isteyen kurum ile uyumlu mu?
·       Basın ve iş dünyasında saygınlığı ne düzeyde?
·       Finansman yapısı nasıl?
·       Halkla ilişkilerin hangi alanında uzmanlaşmış?
·       İnsan kaynakları ile müşteri sayısı uyumlu mu?
·       İş akışı nasıl yürüyor?
·       Raporlamada ne tür teknikler kullanılıyor?
·       Değerlendirme ve ölçümleme konusunda nasıl bir yol izliyorlar?
·       Teknolojik alt yapısı sizin işletmenizle uyumlu mu?
·      Ulusal ya da uluslararası hizmet bağlantıları var mı?

·      Ajans meslek örgütlerinde temsil ediliyor mu?

Genel olarak bir halkla İlişkiler biriminin görevleri;


  • ·        Basın bülteni/makale yazmak ve dağıtmak, basın listesi hazırlamak,
    ·        Basın konferansı, basın resepsiyonu ve basın gezisi düzenlemek,
    ·        Medya enformasyon servisi oluşturmak,
    ·  Yöneticiler için basın, radyo ve televizyonda röportaj imkânları yaratmak,
    ·   Fotoğraf konusunda sanatçılarla işbirliği içinde olmak ve fotoğraf bankası oluşturmak,
    ·      Personele yönelik gazete veya dergi yayımlamak, video, slayt gösterileri, duvar gazeteleri gibi yöntemlerle kuruluş içi iletişimi sürdürmek,
    ·        Dağıtımcılar, tüketiciler, kullanıcılar yani dış hedef kitleye yönelik gazete, dergi yayımlamak,
    ·        Yıllık raporları hazırlamak ve dağıtımını sağlamak, kuruluşta yeni işe başlayanlara yol göstermek amacıyla rehber kitapçıklar düzenlemek, potansiyel iş gücünü oluşturan eğitim kuramlarına poster, broşür hazırlayarak basılı araçların gücünden yararlanmak,
    ·        Kuruluşun gelişim sürecini aktaran belgesel, film gibi görsel işitsel araçlardan yararlanılmasına imkân hazırlamak, web sitesi hazırlamak, slayt gösterileri düzenlemek, katalog hazırlamak ve arşivlemek,
    ·        Sergi ve gösterileri organize etmek,
    ·        Kurumsal kimlik oluşturmak amacıyla logo, renk, basım stili oluşturmak, özel giyim biçimi gibi konularda kuruluş tarzında bütünlük sağlamak,
    ·        Sponsorluk konusunda karar vermek
    ·        Kuruluş gezileri düzenlemek,
    ·        Gerekli yönetim toplantılarına katılmak ve ürün, pazarlama, satış ve diğer birim yöneticileri ile toplantılar yaparak, koordinasyonu sağlamak,
    ·        Satış ve ortaklar toplantısında kuruluşu temsil etmek,
    ·        Eğer anlaşmalı danışman firma söz konusu ise, iletişimi sağlamak,
    ·        Ticari birlik toplantılarında kuruluşu temsil etmek,
    ·        Halkla ilişkiler personeline eğitim imkânı sağlamak,
    ·        Kamuoyu araştırmaları ya da diğer araştırmaları yapmak,
    ·        Reklam ajansı ile işbirliği içinde olmak,
    ·        Yeni birimler için resmi açılışlar düzenlemek,
    ·        Siyasi liderlerle iletişim kurmak ve geliştirmek,
    ·        Yabancı konuklar, VİP'i ağırlamak, kuruluş gezileri düzenlemek,
    ·        Yıl dönümlerini kutlamak, ödül törenleri ve yarışmalar düzenlemek,
    Basın bültenlerinin, radyo ve televizyon programlarının tepkisini almak ve dışardan gelecek diğer raporları incelemek,



www.anadolu.edu.tr

Halkla İlişkiler Faaliyetleri

Halkla ilişkiler faaliyetlerinin planlanıp uygulanmasındaki ilk aşama yapılacak çalışmaların hangi kurum ya da kimler tarafından yürütüleceğinin belirlenmesidir. Gerçekte bir kuruluşta halkla ilişkilerin faaliyetlerinin yürütülmesinde herkesin bir sorumluluğu vardır, ancak hedef kitlede etkili bir mesaj oluşturmak için tüm halkla ilişkiler faaliyetlerinin bir kampanya planı şeklinde uygulanması ve örgütlenmesi çağdaş yönetim felsefesinin bir gereğidir. Çünkü günümüzün rekabetçi ortamında tüm kuruluşlar bir taraftan değişen çevre koşullarından etkilenirken diğer taraftan da çevreyi olabildiğince etkilemek için çift yönlü bir iletişimi sağlayacak halkla ilişkilere ihtiyaçları vardır.

Günümüzde ister kamu ve isterse özel kuruluşlar olsun birçok kuruluş halkla ilişkiler faaliyetlerini planlamak için ya kendi bünyelerinde halkla ilişkiler birimleri oluşturmakta ya da halkla ilişkiler birimleri olmayan kuruluşlar ise bağımsız çalışan profesyonel halkla ilişkiler şirketlerinden hizmet satın almaktadır. Kısacası bir kurum adına halkla ilişkiler uygulamalarının gerçekleştirilebilmesi için ya kurum içinde bir birimin varlığına ya da bir halka ilişkiler ajansına gereksinim duyulur. Ancak son yıllarda kurumlar, halka ilişkiler birimlerinde çalışan uzmanlaşmamış elamanların dezavantajlarını bertaraf etmek, ajansların medya ile ilişkiler alanındaki profesyonelliklerinin avantajlarından yararlanabilmek için her iki hizmetten yararlanmayı tercih etmektedirler. Yani hem kurum içinde nitelikli çalışanların görev yaptığı halkla ilişkiler birimi oluşturulmakta hem de halkla ilişkiler ajanslarının profesyonel gücü ve objektif bakışlarından yararlanmak için onlardan da hizmet alınmaktadır. Böylece halkla ilişkiler uygulamalarının etkisi de artmaktadır.

Bir halkla ilişkiler uzmanından beklenen bazen bir projenin, bir kampanyanın uygulanması olsa da halka ilişkiler uzmanının asıl görevi, kurumun hedefleri üzerine yapılan iletişim stratejisini hem oluşturmak hem de uygulamaktır. Bu nedenle yönetim ile yakın ilişki içerisinde olması gereken halkla ilişkiler uzmanları, kurumun toplumsal sorumluluklarını hatırlatmak gibi bir görev de üstlenmektedir. Asıl önemli olan nokta ise, halkla ilişkiler uygulama alanını çok geniş olmasıdır. Halkla ilişkiler daha önce de ifade edildiği gibi, siyasetten pazarlamaya sivil toplum örgütlerinin hatta ülkelerin varlığını sürdürebilmek için hedef kitleleri/ kamuoyu ve yurttaşları ile gerek duydukları iletişim stratejisi olmasıdır. Bu nedenle halkla ilişkiler çok farklı yapıdaki hedef kitlelerle iletişim yönetimini gerektirir. Çünkü kurumun amaçlarının gerçekleştirilmesine hizmet etmek, itibarı yönetmek, olumlu imaj yaratmak, kiriz anında iletişimi yürütmek, itibarı onarmak ve/veya korumak, imaja uygun sponsorluk kararı vermek ve uygulamak hepsi halkla ilişkilerin görev alanı içerisindedir. Ortaya çıkışı itibariyle bakıldığında bazen kişi ya da kurumlara ün sağlamak ve kamuoyunun desteğini almak için yararlanılan halkla ilişkiler, aslında ilk örneklerden buyana kişi ya da kurumların hedef kitleleriyle sürdürdükleri amaçlı ve planlı iletişim çabaları olarak görülmektedir.

Bir kuruluşun halkla ilişkiler birimi kurması ya da profesyonel bir ajanstan hizmet alması için; tüketici, yatırımcı, personel, tedarikçiler vb. hedef kitleleriyle iletişim kurmakta yardıma ihtiyacı olması, kuruluşun kurumsal imajı, büyümesinde ve başarısında halkla ilişkilerin önemli olduğunu hissetmesi, medya ile ilişki kurmak istemesi ya da ilgilenmesi, pazarlama faaliyetlerinin bir bütün olarak planlanması gerekir. Genellikle kurumlar, halkla ilişkiler faaliyetlerinden den daha çok kriz dönemlerinde yararlanma yoluna gitseler de her zaman planlı olarak yürütülecek halkla ilişkilere ihtiyaç vardır. Halkla ilişkiler faaliyetlerinin nasıl yürütüleceği ise üst yönetimin idari kararında yatmaktadır. Ancak bu kararın yerine getirilmesinde kurumun büyüklüğü, örgütsel yapısı, yönetimin halkla ilişkilere verdiği önem, kurumun halka ilişkilere duyduğu gereksinim, faaliyetlerinin içeriği, mevcut ve olası hedef kitleleri, hedef kitlenin o zamana kadar kuruma karşı olan ilgi, sempati, antipati vb. tutum ve tepkileri önemlidir.

Halkla ilişkilerin bir kuruluşun iletişim faaliyetlerinin yürütülmesinde çok önemli işlevi vardır ve bu nedenle üst yönetime doğrudan bağlı olarak dürüstlük ve doğruluk ilkesi ile çalışması gerekir. Bir halkla ilişkiler uzmanının kuruluşun faaliyetleri, politikaları konusunda tam bilgiye sahip olması, geleceğine yönelik politikaların oluşmasın da söz sahibi olması gerekir ki iletişim etkinliklerini çok iyi planlayabilsin.



www.anadolu.edu.tr