24 Mart 2014 Pazartesi

Sosyal Sorumluluk ve Kurumsal İtibar Yönetimi I

Ekonomik kalkınma toplumların gelişmişlik düzeyini göstermiyor. Bir toplumun gelişmiş sayılması için insani gelişme kriterlerini gerçekleştirmesi gerekiyor. Kadınların toplumsal yaşama katılması, insanların ortalama yaşam süreleri, çocuk ölümlerinin oranı, çocukların okula gitme ve devam düzeyi, temel hastalıklardan korunma, bilgi teknolojilerinden yararlanma oranı gibi kriterler gelişmiş toplum olmanın göstergeleri arasında önemli bir yer tutuyor. Ayrıca, çevreyi koruma kültürü, iş kazası ve meslek hastalıkları oranlarının makul düzeylerde olması, insana verilen değer ve saygı konusundaki bilinç düzeyi gelişmiş toplum olunup olunmadığını ortaya koyan değerler arasında bulunuyor. Ekonomik kalkınma ancak insani gelişmeyi de beraberinde taşıyorsa toplumları gelişmişlik düzeyine taşıyabiliyor. Kısaca, toplumların gündemine girmiş bulunan sürdürülebilir kalkınma, insan merkezli kalkınma anlamına gelmektedir.

İletişim teknolojisinde yaşanan hızlı gelişmeler, toplumların bilinç düzeylerinin yükselmesine, kurum ve kuruluşların topluma karşı sorumluluklarını yerine getirip getirmediklerini sorgulamalarına neden olmaktadır. Günümüzde toplumun büyük kesimi için bir ürünün nerede, hangi koşullarda, nasıl bir hammadde ile üretildiği giderek daha çok önem taşıyor, o ürünün tercih edilip edilmemesinde etkili olabiliyor. Bu gelişmeler karşısında yeni şirket değerleri ortaya çıkmış bulunuyor. Eski şirket değerleri arasında gayrimenkuller, makine parkı, stoklar gibi fiziki varlıklar ile menkul yatırımlar, alacaklar gibi finansal varlıklar önemli yer tutuyordu. Ancak, toplum beklenti ve duyarlılıklarının değişmesi ile yeni şirket değerleri olarak markalar, çalışanların bağlılığı, kamuoyunun güveni, yönetimin itibarı gibi kavramlar öne çıkmaya başladı ve rekabette öne geçmenin kriterleri arasında önemli bir yer tutmaya başladı.

Çünkü, artık herkes kaliteli mal üretiyor, kaliteli üretmek pazarda lider olmaya yetmiyor, Çin'in küresel pazarlara açılmasıyla ucuz emek avantajı sona erdi, fiyat yalnız başına rekabet üstünlüğü sağlamıyor. Uygun fiyat ve kaliteli ürün müşteri sadakatine yetmiyor, tüketici artık daha bilinçli, satın aldığı malın arkasındaki firmanın toplum için ne yaptığını merak ediyor. Çalışanlar çalıştıkları firmanın inandıkları değerlerle ilgisini sorguluyor.

Şirketler "iyi kurumsal vatandaş" olma zorunluluğuyla 20.yüzyılın son çeyreğinde tanıştı. İnsan hakları ihlalleri, ağır ve tehlikeli işlerde çocuk işçi çalıştırılması, kadınlara veya farklı deri renklerine sahip insanlara yönelik ayrımcılık, çevrenin acımasızca tahrip edilmesi, sigorta primlerinin ve vergilerin tam olarak ödenmemesi, muhasebe kayıtları ile oynayarak yatırımcıların aldatılması gibi uygulamalar toplumdan giderek artan oranda tepki ile karşılanmaya başlandı. Bu süreç içinde bazı firmalar bir şeylerin yanlış gitmekte olduğunun bilincine vararak toplumun duyarlılık ve değerleriyle örtüşecek kural ve ilkeleri benimsemeye başladı. Bunları, başta çalışanları olmak üzere müşterileri, iş ortakları ve hatta hükümetlerle paylaşmaya özen gösterdiler. Tüm topluma verilmek istenen mesaj şuydu; vergimizi tam ödüyoruz, kayıt dışı işçi çalıştırmıyoruz, çocuk emeği kullanmıyoruz, çevreyi kirletmemeye özen gösteriyoruz. Kısacası biz iyi bir kurumsal vatandaşız, bizi bunları yapmayan şirketlerle aynı kefeye koymayın.

Toplumun duyarlılığın artması ve iletişim teknolojilerindeki gelişim sonucu, "iyi birer kurumsal vatandaş" olmak asgari koşul sayılmaya ve bunun üzerine neler yapıldığının sorgulanmaya başlanmasına neden oldu. 1980'lerde başlayan bu sürecin ve toplumsal duyarlılığın armasının elbete maddi temelleri de bulunuyor. Çünkü, yeryüzünde yaklaşık 1 milyar insan günde 1 dolardan az bir gelirle yaşamını sürdürmek zorunda, 2,7 milyar insan ise biraz daha şanslı ve günlük gelir düzeyi 2 dolar civarında bulunuyor. Her yıl 11 milyon çocuk yaşama veda ediyor. Bunların büyük bir çoğunluğu 5 yaşın altında ve 6 milyonu önlenebilir hastalıklardan ölüyor.
Birleşmiş Milletler'in bir araştırmasına göre dünyamızda her gün 800 milyon kişi akşam yatağa aç giriyor ve bunların 300 milyonunu çocuklar oluşturuyor. Dünyadaki bu karamsar tablo ve ekonomik dengesizlikler, toplumun genel olarak ekonomik olarak daha güçlü olan şirketlerden bu tür sorunların çözümüne katkıda bulunması gerektiği beklentilerinin artmasına neden olmaktadır.

İnsanlar dünyamızdaki gelişmeleri daha çok sorguluyor ve şirketlerin bu sorunlar karşısındaki tavırlarını değerlendiriyor. İnsanlar sorgulamaya önce kendi çevrelerinden başlıyor. Örneğin çalıştığı işyerini yönetenlerin kendisi kadar duyarlı olup olmadığına bakıyor. Bireysel yatırımcı ise hisse senedi aldığı şirketlerin finansal göstergeleriyle birlikte kurumsal performansını ve toplumsal duyarlılıklarını da sorguluyor. Tüketiciler ürünlerini aldıkları şirketleri değerlendiriyor, toplumda oluşmuş imajına bakıyor. Böylece şirketler hakkında bir "kanaat notu" oluşuyor. Bu kanaatlerin oluşmasında gözlemler ve tanık olunan olaylar etkili oluyor.

Artık günümüzde kalite ve maliyet kadar, kurumsal sosyal sorumluluklara ve etik değerlere uygun faaliyet göstermek de rekabette üstünlük sağlamanın önemli bir koşulu haline gelmeye başlamıştır. Bunda, gelişen iletişim teknolojileriyle birlikte daha da güçlenen sivil toplum örgütlerinin işletmeler üzerinde artan baskılarının da önemli bir etkisi söz konusu olmuştur. Son yıllarda giderek artan kalite bilinci de  bu gelişmeyi, "kaliteli ürünler, ancak çalışanların mutlu olduğu sağlıklı ve güvenli çalışma koşullarında üretilebilir" savıyla desteklenmiştir.



Gürbüz Yılmaz
http://www.riskmed.com.tr

0 yorum:

Yorum Gönder