19 Şubat 2015 Perşembe

İletişim ve Proaktif Hukuk

Toplumsal varlıklar olarak insanlar sürekli iletişim halindedir. İletişim telefonla karşısındakini aradığımızda, karşıdan gelen alo sesi ile başlamaz. Ancak çoğumuz iletişimi böyle algıladığından veya böyle olması tanımlamayı kolaylaştırdığından "alo" ile başlatırız. Biraz daha derinlemesine bakanlar, iletişimi bağlamıyla değerlendirirler. Fakat bu değerlendirmeler aynı olmaz çoğunlukla. Sorgulamaları ve açıklamaları bir bağlam etrafında yaparken arada farklı bakış açılarına ulaşılır. Çünkü değerlendirmeyi yapanın da yetiştiği bir bağlam vardır ve ondan etkilenir.  Bu da demektir ki yaptığımız her değerlendirme geçmişimizle ilintilidir. Yani iletişim "alo" ile başlamayacağı gibi sadece o anda gelişen olaylarda  ilgili değil. Her telefonu elimize alışımız, geçmişimizle, sosyo-kültürel yapımızla direk ilgilidir. 

Bizim anlık olarak değerlendirdiğimiz her olay aslında geçmişten gelen bir birikimin sonucudur. Her bakışın bile tarihten gelen bir anlamı vardır. Tabi bir bakışın bile tarihsel bir anlamı olduğunu söylemek, bakışlarımızı geçmişle harmanlayarak bilinçli bir şekilde ayarladığımız anlamına gelmez elbette. Ancak anlık ve bilinçsizce o ortam bağlamında verdiğimiz bakış, bizim tarihten gelen sosyo-kültürel yapımızı yansıtır. Çoğu zaman biz bunun farkında olmasak ta farklı yapılarda yetişen iki insanın aynı şeye bakışlarını karşılaştırma imkanına sahip olduğumuzda aradaki farkı çok net görürüz. 

Yetiştiğimiz sosyo-kültürel yapının bakışlarımızı bile etkileyecek güce sahip olduğu gerçeği, kuşkusuz fiili olarak yaptıklarımızı da ortaya koyması açısından önemli bir durumdur. Toplumsallaşma sürecinde taşıyıcısı olduğumuz ve bizden sonraki nesillere aktaracağımız sosyo-kültürel birikimimiz bir çok anlık ve otomtaik davranışımızın nedenini ortaya koyar. Derinlemesine değerlendirme sürecinden geçirmediğimiz bu durum farkında olmasak ta düşünce dünyamızda biriken sembollerde varlığını hep sürdürür. Biz bu birikimden ancak davranış olarak ortaya çıktığında haberdar oluruz. 

Toplum için geçmişten biriktirilerek gelen sembollerden çok, alani yaşanan durumlar anlamlı ve tartışılır hale gelir. Tabi bu tartışmalar bir durumun sonucu olarak başladıkları ve bir bağlama içinde değerlendirildikleri için geriye dönük sonuç alıcı bir çıkarıma varamamaktadır. Elbetteki toplumsal davranışlar pozitif bilimler gibi kesinlik veren  neden sonuç ilişkileri içinde değerlendirilemez. Ancak her toplumsal yapının biriktirdiği semboller incelenerek yönelimleri anlamamıza imkan verirler. Bu sayede yönelimlerin durumuna göre teşvik edici veya değiştirici bir etkileme şansına sahip olabiliriz.

Toplum bilimlerinin birbirleri ile kesişmesi ve birbirleri ile bağları bizi iletişimden girip sosyolojiden devam ederken hukuka getirdi. Genelde hukuk yaşanan olaylardan sonra devreye girer. Caydırıcı etkisi bakımından tabi ki önemlidir ama hukukla bir toplumsal yapı yargılanamaz. Toplumsal yapının içinde taşıdığı ve toplu olarak açığa vurmadığı semboller hukuk konusu olarak değerlendirmeye alınsa bile bir yargılama konusu olamaz elbette. Yargılama bir toplumla değil toplum içindeki bireylerle ilişkili olduğundan adalet karşısında her birey kendi şahsi varlığı ile değerlendirilir. Bu durum örgütlü suçlarda bile aynıdır. Çoğu zaman hukuk ile yargılama iç içe ele alındığından hukuk eli kolu bağlı olarak düşünülmektedir. Oysaki hukuk bir felsefi yaklaşımdır ve bu yaklaşımın diğer toplum bilimleri ile yaşadığı etkileşim sonucu çok güçlü bir alana sahiptir. Hukuk toplumsal yapının önünde ve yol gösterici olmalıdır. Aksi halde toplum vicdanı olma demagojisinden daha ileri gidemez.  



Özgür Barış
www.kimeniyetkimekismet.net

0 yorum:

Yorum Gönder